14 Mart 2014 Cuma
Kesilmiş Ot Kokusu Eşliğinde Bir Mart Ortası Detayı / Damıtma ve Damıtılmaya Dair
Oğlumun kendi kendine yataktan inmeyi öğrendiği günlerde, karşı binadaki kadının çamaşır iplerine güvercin konmasın diye market poşeti bağladığını keşfettim.
Ucuz sigara dumanlarını içime çekip demli çaylar tüketmekteyim. Bazen hiçbirşey istemiyor canım ve bazen de istemediğim herşeyi çok özlüyorum. İstediklerimi de... Çok istediklerimi de...Sıradan "homo sapiens" ikilemleri belki de. Neyse...
Yazabilmek için damıtmak gerekiyor. Çok şey birikiyor aslında, damıtılmayı bekleyen çok şey. Kaynayan patates ve portakal kabuğunun buharının bakır imbikten damlaması gibi.
Biriken herşey damıtılmayı bekliyor. Damıtılan bu "herşey" benim küçük ve sıradan içsel gezegenimde mikron büyüklüğünde kasırgalara da neden olabilir. Bu mikron büyüklüğündeki kasırgaların heyecanı belki de bu "damıtılma" halini sabırla bekleyiş.
Ayakları yere basan sözcükler için damıtmak gerekir. Damıtmanın da bir ön hazırlığı olabilir pekala.
Kesilmiş otların taze kokusu, yanmış ve kurumuş tütün kokusuyla burnuma dolarken tüm detayların damıtılması için harekete geçti zihnim. Ya da ben öyle sandım.
Gökyüzü hala ıslak. Bahar hala uzak.
Beyaz market poşetleri uçuşuyor görüş alanımda.
Oğlum hin bir gülümsemeyle yüksek yataktan aşağıya usulca süzülüyor.
Mart ortasında zihnim, damıtılan sözcüklerin cümleleşmesi için hazırlık yapıyor.
16 Şubat 2014 Pazar
Bana yaşadığın şehrin kapılarını aç...
Sana diyeceklerim söylemekle bitmez.
Yıllardır yaşamamdan çaldığım zamanlar,
Adına düğümlendi.
Bana yaşadığın şehrin kapılarını aç.
Başka şehirleri özleyelim orada seninle.
Bu evler, bu sokaklar, bu meydanlar,
İkimize yetmez.
Özdemir Asaf
İstanbul-İzmir arası bir ikilemin eşiğinde, deniz yoluyla kaçası geliyor insanın. Zamanın gerçekten durduğu ve mevsimlerin nabız gibi atmadığı bir iklimde başka sokaklar, başka caddeler ve başka evler arayabiliyor gözlerin.Başka binaların yapım tarihlerine takılıp başka Arnavut kaldırımlarının taşlarını sayar görüyorsun kendini.
Çocuklar çıkıyor karşına. Zamanı durdurabilen kadim oyunların oyuncuları. Hiçbir akşam ezanı sokamıyor onları evlerine. Ve hiçbir sabah ezanı uyandıramıyor.
Hangi sulardan içtin? Hangi ada düğümlendi çalınan zamanlar? Bu zamanlar hangi mevsime aitti? Hangi şehrin kapılarının açılmasını isterken saydın mevsimleri?
Duran zaman hangisiydi? Hangi nabza düğümledin mevsimleri.
Hangi çocuğun sokaktaki çığlığıydı gözyaşının yansıması? İçine akıttığın neydi?
Hangi sonsuzluk hangi şehrin çıkışı, hangi sokağın başıydı. Gözyaşı kokan bu şehirde tüm sokaklar meydanlara çıkmaz mıydı?
Kesişmeyen zamanlarda aynı sokaklarda oyunlar oynamadık mı?
14 Şubat 2014 Cuma
Ey ilkbahar rüzgarı, bahçede
bülbüllerden telaşlı bir feryat çıktı.
Senin gönül aldatan yüzün gülle kıyaslanamaz
sen güllerin arasında dikenlerin arasındaki bir gül gibisin
Ey aşk dermanlarının hazinesi
Aşıklarına ilgi göster
Merhem senin elinde, yine de bizi yaralı bırakırsın
Ölümümüzden sonra başka bir ömür gerek
Ki biz bu ömrü sevgiliye kavuşma ümidiyle yaşadık
12 Şubat 2014 Çarşamba
Hem çok eski, hem de çok yeni. Olağan bir şekilde aklıma Yunan İç Savaşı geliyor. Hüzünlü. Mandolinden olsa gerek. Sigara yakma ihtiyacı duyuyor insan. Şarkının altındaki ritmin hızıyla tükeniyor mevsimler. Zeytinyağlı hüzün. Komşu hüznü. Sıvılaştırılmış tahin de fasulye piyazının pezevengi değil midir zaten? Mevsimler ritmik bir hızla tükeniyor. Birbirinin pezevengi olan tüm besinler kısık gözlü gülümsemeler eşliğinde puslu bir cam parçasının içine hapsoluyor. Progresif Gece Yarısı Şiirleri yazmak geliyor içimden. Müziği dinliyorum. Kaybedilenlerin, yitirilenlerin ardından yakılan bir ağıt gibi. Hüzünlü ama neşeli. Biralı ama midyeli gibi. Ya da sanki domatesli ama bir de peynirli. Bu şarkı "hüzünlerin pezevengi" izlenimi veriyor bana. İstisnasız dalıp düşünmelerin...Haliç'e bakan bir çay bahçesinden süzülüp gerçekleşen bir mezar ziyaretinin...
Kaydol:
Kayıtlar (Atom)